Son dakika

Ergenekon Soruşturması...

2007.06.12

Birinci Ergenekon İddianamesi'nde Ergenekon soruşturmasının başlangıç tarihi olarak belirtiliyor. Buna göre "Kollukça alınan bir telefon ihbarı üzerine başlatılan soruşturma, İstanbul Ümraniye ilçesindeki bir evde 27 adet el bombasının ele geçirilmesi, el bombaları ile ilgisi tespit edilen kişilerin yakalanmasının ardından genişletilmiş.

İddianamenin giriş bölümünde, soruşturma sonucunda Emniyet Genel Müdürlüğü'nce her yıl güncellenen terör örgütleri listesinde yer almayan, örgütlenme biçimi, amacı ve faaliyetleri açısından bilinen terör örgütlerinden önemli farklılıklar gösteren, daha önce bir ceza davasına konu olmamış Ergenekon isimli terör örgütüne ulaşıldığı belirtiliyor.

İddianame'de soruşturmaya gerekçe oluşturan ihbar hakkında şunlar kaydediliyor: "Trabzon İl Jandarma Komutanlığı'nın 156 hattını gizli numaradan arayarak isim ve kimliğini belirtmeyen bir şahsın, ''Ümraniye Çakmak Mahallesi Muhtarlığı 'nın karşısındaki tek katlı binanın (önünde büfe var) çatısında elektrik direğinin yanında el bombası ve C-4 patlayıcı madde bulunduğu, patlayıcı maddeyi Mehmet DEMİRTAŞ isimli şahsın sakladığı, bu patlayıcıları bir astsubayın temin ettiği, adres olarak Mithatpaşa caddesi ile Samanyolu caddesinin birleştiği sokakta bulunan Kardak Balıkçısının yanındaki tek katlı bina '' şeklinde ihbarda bulunması üzerine, bu ihbar önce İstanbul İl jandarma Komutanlığına, sonrasında da İstanbul Emniyet Müdürlüğüne intikal ettirilmiştir.

İstanbul Emniyet Müdürlüğünce ihbarda belirtilen yerin Ümraniye ilçesi Çakmak Mahallesi Samanyolu Caddesi Güngör Sokak No:2 sayılı yerde, Yiğit büfe ve Kardak Balıkçısı arasından geçilmek sureti ile girilen bir gecekondu olduğu 12.06.2007 tarihinde tespit edilmiş ve Ümraniye 2. Sulh Ceza Mahkemesi'nden alınan arama kararına istinaden yapılan aramada, belirtilen ikametin çatısında, ihbarda belirtilen elektrik direğinin yanında üzeri siyah renkli naylonla örtülmüş yeşil renkli, her iki tarafında taşımak için halattan ip bulunan ahşap kasa şeklindeki sandıkta 27 adet savunma ve taarruz tipi el bombası bulunmuştur. Ev sahibi Mehmet DEMİRTAŞ ile evde daha önceden kiracı olarak oturduğu anlaşılan yeğeni Ali YİĞİT şüpheli olarak yakalanmıştır."

İhbar ve ihbar üzerine harekete geçen bomba inceleme ekipleri, asayiş polisi ve Terörle Mücadele ve Olay Yeri İnceleme ekiplerinin ayrı ayrı ve birlikte elde ettiği kanıtlar, "Ergenekon soruşturması" adı altında, tarihin en büyük tutuklama ve yargılama sürecini başlatacağı için önemli.

Bombaları temin etmekle suçlanan Oktay Yıldırım, Nisan 2013'te yaptığı savunmasında suçlamaların dayandırıldığı iddialar arasında ciddi çelişkiler olduğunu söyledi. Oktay Yıldırım'ın savunmasının Ümraniye'de bulunan el bombalarıyla ilgili bölümü şöyle:

"Önce TEM ve Asayiş polislerinin düzenlediği tutanağı inceleyerek olay yerinde neler olduğunu ve olmadığını anlatalım.

TEM tutanağına göre olay yerine geldiklerinde gecekondunun önünde Ali Yiğit ve Mehmet Demirtaş orada beklemekteydi. Randevu gibi.

Ama Ali Yiğit’in ifadesine göre kendisi orada değildi, tesadüfen oradan geçerken polisleri görüp durdu ve aramaya katıldı. Askeri mahkemedeki ifadesine göre ise durum böyle de değildi, aramanın yapıldığını ağabeyi telefonla haber verdi. Büfeci Burhan Yılmaz’ın ifadesine göre de Ali Yiğit polislerden kısa bir süre sonra geldi, bir müddet kenarda olan biteni izledi ve sonra da aramaya katıldı. Yine Ali Yiğit, Mehmet Demirtaş ve Burhan Yılmaz’ın ifadelerine ve baz istasyonu raporlarına göre Mehmet Demirtaş da orada değildi. Arama bittikten sonra polisler tarafından telefonla çağırıldı ve olay yerine geldi. Bunu, mahkemeye sunulan telefon baz istasyonu kayıtları da doğruluyor. Hatta sadece o değil, tutanağa imza atan polis memurlarından biri de emniyetten gelen resmi belgelere göre izinliydi.

TEM tutanağına göre evin anahtarı da orada bekleyen Ali Yiğit’in üzerindeydi.

Oysa Ali Yiğit’in ifadesine göre anahtar üzerinde değildi, anahtarı almaya polislerle birlikte ağabeyinin dükkânına gittiler. Bunu Burhan Yılmaz da doğruluyor.

TEM tutanağına göre hemen bunları gözaltına alıp birlikte aramayı yaptılar, bombaları bulunca hiç dokunmadan olay yeri inceleme uzmanlarına ve bomba uzmanlarına haber verdiler sonra onlar da geldi ve hep birlikte kontrollerini yaparak sandığın içinde neler olduğunu tutanaklarına yazdılar. Bunlar, TEM ve Asayiş görevlilerinin düzenlediği tutanakta anlatılanlar.

Oysa TEM tutanağında olay yerine gelip kontrol yaptıkları yazılı olan Olay Yeri İnceleme uzmanları kendi tutanaklarına göre gecekonduya hiç gelmediler. Onlar doğrudan karakola geldiler. Bomba uzmanlarının gecekonduda olduklarını söyledikleri saatte, olay yeri ekibi karakolda bombaların başındaydı. Yani TEM ve Asayiş görevlilerinin düzenlediği tutanakta yazılan neredeyse hiçbir şey doğru değildi.

Gelelim bomba uzmanlarının düzenlediği tutanaktaki bilgilere…

Bomba uzmanlarının tutanağına göre bir gecekonduda bomba bulunduğu ihbarı kendilerine saat 18.30’da haber verildi. Bunu tutanaklarına da yazdılar. Bu saatten sonra harekete geçtiler ve gecekonduya geldiler.

Oysa olay yeri ekibinin çektiği bir fotoğrafa göre tam bu saatte bombalar karakolda sehpaların üzerine dizilmiş vaziyette. Saat 18.30’da…

Yine Ali Yiğit’in mahkeme huzurundaki ifadelerine göre arama işlemi saat 17.00’de yapıldı…

Oysa bu olayda bombalara ilk müdahaleyi yapan bomba uzmanlarının askeri mahkemedeki ifadelerine göre, gecekonduya saat 18.30’dan önce gitmiş olamazlardı çünkü saat 19.00’da grup değişimleri yapılıyordu. Bunlar da saat 19.00–19.30 sularında gecekonduya gittiklerini, merdiveni koyup çatıya çıktıklarını, gerekli işlemleri orada yaptıklarını, hatta bombaların kendilerine çatının dışında teslim edildiğini daha sonra da alıp karakola götürdüklerini söylediler.

Ancak bu kez de karşımıza başka bir soru işareti çıkıyor. Çünkü saat 18.50’de telsizden bomba haberini alan ve Olay Yeri İnceleme uzmanlarından oluşan ekip haberi alınca hareket ediyor ve saat 19.20’de olay yerine ulaşıyor. Ulaştıkları olay yeri neresi? Gecekondu değil… Ümraniye-Çakmak polis karakolu. Hani bu saatte bütün ekipler gecekondudaydı. Bu ekip karakola geldiğinde bombalar sehpaların üzerinde dizilmiş vaziyettedir. Fakat bu ekibin çektiği fotoğraflardan biri biraz büyütülünce çekim için hazırlanan bombaların önüne asılan kâğıt okunuyor, kâğıdın üzerinde yazan saat:18.30… Demek ki 18.30’dan da daha önceki bir saatte bombalar karakolda. E hani bomba uzmanları saat 18.30’da telsizden haber alıp gecekonduya gelmişlerdi, zaten daha önce gelmiş olamazlardı, merdivenle tırmanmışlardı, saat 20.30’da bunları etkisiz hale getirmişlerdi filan… Bu masallar niye anlatılıyor?

Bunların hepsi bir yana olayın tek tanığı olan büfeci Burhan Yılmaz ise polislerin gecekonduya ilk geliş saatlerinin sabah 10.00 ile 12.00 arasında olduğunu söyledi. Yani daha ihbar bile yapılmadan önce…

Kim doğru söylüyordu TEM polisi mi, olayın tek tanığı mı, Olay Yeri Ekibi mi, yoksa ihbarcının oğlu mu?"

Bombaların ele geçirilmesiyle ilgili tutanakların tamamının karakolda düzenlendiğini tespit ettiklerini de anlatan Yıldırım, "Buradan ortaya çıkan şudur: Hem bombalar hem de her iki polis ekibi aynı anda hem karakolda hem de gecekonduda olamayacağına göre bu tutanaklar doğruyu söylemiyor. Ya da bombalar karakoldayken aynı anda gecekonduda arama tiyatrosu oynanıyor. Siyah poşetlerin içinde bir şeyler çıkarılıyor, poşetlerin içini gören yok. Karakoldakilerin ise video kayıtları var. Yani karakolda bomba var, gecekonduda tiyatro var.

Olay yeri ise bütünüyle karanlıkta…" diyor. Yıldırım, askeri mahkemeye ifade veren bomba uzmanlarından birinin ifadesindeki bombaları bulunduğu yerden kendilerinin çıkarmadığını, kendileri olay yerine gittiğinde çatının dışında TEM görevlileri tarafından teslim edildiği şeklindeki sözlerine de dikkat çekiyor. Yani Yıldırım'a göre bomba uzmanı polis, bombaları gecekondunun çatı arasında bulmakla ilgili sorumluluğu almaktan kaçınıyor, "Ben bulmadım, yerinden de ben çıkarmadım, bana dışarıda teslim edildi" diyordu. Oysa, ilk gün tutanaklarında bu şerh bulunmuyordu.

Bombaları gecekondunun çatısındaki elektrik direğinin dibinde kimin görüp çıkardığı bir türlü açıklığa kavuşturulamıyordu. Mahkemedeki ifadesinde içinde bomba bulunan kutuyu gördüğünü açtığını ve kontrol ettiğini söyleyen ihbarcının sözkonusu gecekoduda daha önce bir süre oturmuş olan oğlu Ali Yiğit, çok sayıda bomba ve bir tane kutu gördüğünü, kutunun bantla sarılı olduğunu, eline alıp salladığını söyledi. Oysa ortaya çıkan video kaydında sandığın içinde bir tane değil 12 tane kutu vardı. "Bantlı kutuyu elime alıp salladım" demiş olmasına rağmen, kutulardan hiç birinde Ali Yiğit'e ait parmak izine rastlanmamıştı. Bombaları temin etmekle suçlanan Yıldırım savunmasında, "Bulunmadan on gün önce kutuyu eline alıp sallayan adamın parmak izine değil ama, üç yıl önce bombaları temin ettiği söylenen adamın parmak izine rastlanabiliyor" dedi.

Yıldırım, tutanaklarda ihbarcının babasının sandıkta bulunduğunu söylediği C-4 kalıplarından söz edilmemiş olmasına da dikkat çekiyor ve "Üstelik bu C-4 kalıbını gören tek kişi o değildi. Askeri heyetin üyelerinden birinin de, Emniyet Müdürlüğü’ne gittiği sırada kendisine gösterilen bombaların yanında, kendilerine gösterilmeyen bazı malzemeler daha olduğu dikkatini çekmişti. C-4 plastik patlayıcı ve başkaca patlayıcı fünyeleri gördüğünü söyledi. O tarihte, yani 25 Haziran’da, Ümraniye dışında patlayıcı madde bulunduğu iddia edilen başka bir arama yoktu. Ama C-4 ve ateşleme fünyeleri, daha sonra yapılacak olan başka aramalarda bulundu. Yani ihbarcının anlattıkları, askeri heyetin gördükleri ve tutanaklara yansıyanlar aynı değildi." diyor ve soruyor: "Sahi nerede o kalıplar? Ortadan kaybolmuş ama bir türlü vazgeçilemiyor"...

Yıldırım, bombaların ele geçirilmesinin karakol safhasına ilişkin de ilginç detaylara dikkat çekiyor. Buna göre bombaları ele geçirenler, Ergenekon soruşturmasını başlatmak üzere olduklarını, örgütün bu adıyla birlikte biliyorlardı. Oktay Yıldırım'ın ifadesinde yer verdiği o detaylar şöyle:

"TEM ekibinin kendi tutanağında, “bizimle birlikte gecekondudaydı” dediği ekip kendi tutanağına göre gecekonduya hiç gitmemişti. Onlar olay yeri inceleme Ekibiydi ve doğrudan karakola gelmişlerdi hem de diğer tutanaklara göre gecekonduda olmaları gereken saatte.

Karakolda bombaları görünce parmak izi incelemesi yapmak istediler, izin verilmedi. Bunu tutanaklarına yazdılar. Arama sırasında olay yerinde video ve fotoğraf çekimi yapılıp yapılmadığını sordular, “evet yaptık” cevabı verildi. Bunu da tutanaklarına yazdılar. Ama aslında yapılmamıştı ve bu cevap verilerek onların gecekonduya gidişi engellenmişti.

Onlar da baktılar ki bir şey yapmalarına izin verilmiyor, 7 dakika 32 saniyelik bir video kaydı yapıp gittiler. Bu kayıt dava dosyasına konulmadı ve tam 23 ay sonra ortaya çıktı. Bu kayıtta yer alan görüntülere göre polisler aralarında, tutanakların olay yerinde düzenlenmiş gibi gösterilmesi için ne yapılması gerektiğini tartışıyorlar. Ortak kararlar veriyorlar. Küfürler ediyorlar hatta daha adının açıklanmasına 8 ay kala soruşturmanın adını bile biliyorlardı."

Tutanak tartışmalarını tespit eden video kaydındaki konuşmalar Yıldırım'ın savunmasında şu şekilde yer aldı:

"
-Genelkurmay filan var bunun altında

-O.... çocuğu

- ya bu komtan da ( komtanlar) gerçekten toplumu kutuplara ayırdı ya...

-Şimdi olay tutanağı olay yerinde tutulur.

- Olay yeri tutanağı bilgisayarda yazılır mı?

 - Mahkemede deyin olay yerinde tutulan tutanak…

- Hani olay tutanağı filimlerde yapıyorduk ya!

--Yav olay yeri tutanağı bilgisayarda yazılır mı?

-Olay yeri tutanağı diyorum bilgisayarda yazılabilir…

- Hı hı... Bir şey olmaz diyorsun, olur mu?

- O zaman, sen de şey dersin ya…

- Hani adam diyor ki bilgisayarı nerede buldun olay yerinde diyecek sana…

- Olay yeri yazarsak…

- Adam diyecek ki çatıya bilgisayar mı çıkardın?

-Olay yerinde ellen yazılır...

- Biz şahısları buraya getirdikten sonra tutanağa başladık deriz…

- Olmaz yani o diyom, yani adam diyecek ki çatıya bilgisayar mı çıkardın diyecek sana...

- Tamam bu şekilde yazalım…

- Ama şöyle de düşünülür yani orda not şeklinde almış burada yazmış olabilir.

- Yani olay yerinde aldığı notlardan sonra büroda büroda tutanak tutulmuş da olabilir…

- O şekilde, o şekilde...

- Olur, biter yani…

- Hadi karar verin bilgisayarda yazacaksan geç...

- Bilgisayarda yaz ya bi şey olmaz...

- Ya bir adet şey...

- Soruşturma hatası ve..

- Soruşturma Ergenekon olduğu zaman s…kerim hakimi de savcıyı da!

- Ha bunu kime diye bulalım aramada...

Bu kayıtlar sadece düzmece tutanakların değil bir tertibin de kanıtıydı. Bu CD aynı zamanda bir kırılma noktasıydı, o kadar büyük bir travmaya neden olmuştu ki, sonradan yapılan aramalardan birinde bir polis diğerine, kameranın ses kaydını kapatmasını şu sözlerle anlatıyordu: “kameranın sesini kapattın değil mi? Eşeği sağlam kazığa bağlayalım da…” Çünkü kaçan eşek problem oluyordu.

CD’ye cevap verme telaşı hem bu mahkeme salonunda hem de Emniyette yaşanıyordu. Savcılar önce, “biz duymadık…” dediler. Ben de tekrar dinletmek istedim. Mahkeme Başkanı tutanaklara geçen tarihi bir cümleyle buna gerek olmadığını söyledi: “İkinci kez değil beşinci kez de dinletseniz duymayana duyuramazsınız…”
"

Savunmada ayrıca, video kaydında geçen konuşmalar hakkında Vatan Gazetesi'nin 14 Mayıs 2009 tarihli nüshasında üst düzey bir Emniyet yetkilisinin açıklamalarına işaret ediliyor ve yetkilinin şu sözleri alıntılanıyor:

“Soruşturmaya Ümraniye’de bombaların ele geçirilmesinden çok önce, Mayıs 2006’daki Cumhuriyet ve Danıştay saldırılarının ardından Ergenekon adı verildi. Ayrıca bizim savcılığa gönderdiğimiz CD’de konuşmalar yoktu. Bu kaydın nereden elde edildiğini araştırıyoruz…”

Peki Oktay Yıldırım polis yetkilisinin olmadığını söylediği video kaydındaki konuşmaları nereden elde etti? Çünkü savcılık, daha önce duymadıklarını söyledikleri ses kayıtlarının Oktay Yıldırım tarafından eklenmiş olabileceğini, bunun da cezaevi koşullarında yapılmasının zor olduğu için yardım almış olabileceğini ileri sürüyordu. Bu nedenle cezaevindeki bilgisayarların incelenmesi ve görevlilerin ifadelerinin alınması gibi taleplerde bulundu.

Oktay Yıldırım konuşma kayıtlarının nasıl elde edildiğini savunmasında anlatıyor:
"Televizyonculara sorduk: “Bir görüntü kaydındaki dip sesler silinebilir ya da değiştirilebilir mi?” diye… “İmkânsız” dediler.

İlk çözümlemesini avukatlar aracılığıyla dışarıda, profesyonel stüdyolarda yaptırdık. Ardından CD’yi önce mahkeme aracılığıyla Adli Tıp Kurumu’na gönderdik. 3 ay sonra geri geldi. Adli Tıp CD’nin yanlış ambalajlandığını söylüyordu. Usüle göre delil torbası içinde ve mühürlü gönderilmeliydi. Örnek alınacak bir usül hassasiyetiydi, keşke polis ve mahkeme de bu şekilde hassas olsaydı. Ambalaj düzeltildi, tekrar gönderildi. 1 ay sonra tekrar geri geldi. “Bizim bunu inceleyecek bir birimimiz yok” dediler. İlk defasında ambalaja takılıp bunu unutmuş olacaklar…

TÜBİTAK’a gitti 9 ay sürdü, Jandarma ve Polis Kriminal’e gitti. Sonunda elimize bazı ses çözümlemeleri ulaştı. TÜBİTAK’a seslerin ayrıştırılması için bu CD gönderildiğinde, “şu bölümü ayrı inceleyin” diye bir talepte bulunulmamıştı, gayri resmi yollardan bir telefon görüşmesi yapıldı mı bilmiyorum ama TÜBİTAK, sanki mahkemeyi her gün takip eden bir savcı, hâkim ya da avukat gibi bu mahkemede en çok tartışmaya neden olan CD’deki bir cümleye özel önem vermiş ve onu bütünden ayırarak ayrıca çözmüştü.

O cümle: “soruşturma Ergenekon olunca s…kerim hâkimini de savcısını da…” cümlesiydi. TÜBİTAK’a göre ise cümle şöyleydi: “Hiçbir mazereti olan oluyorsa s…kerim hâkimini de savcısını da…” Hakim ve savcılara küfredilen bölüm kurtarılamıyordu ama en azından Ergenekon kelimesine bir mazeret uyduruluyordu.

Bu cümleyi, üstelik de TÜBİTAK’ın ses kaydından dinleyince bile Ergenekon kelimesi açıkça duyulmasına rağmen, TÜBİTAK’ın bunu duymamış olmasını nasıl açıklayalım? Kendi kulaklarımıza ihanet edip, sırf orası TÜBİTAK diye ona mı inanalım?"

Yıldırım, Ümraniye'de ele geçirilen bombaların kafile numaraları hakkında, polisin tutanağıyla askeri heyetin tutanağı arasında tespit ettikleri farklılıkların mahkeme tarafından "Bazıları yanlışlıkla, bazılarının üzerindeki yazı silik olduğu için, bazılarının da olay yerinde okunabildiği kadar yazıldığından farklılık olmuş olabileceği" biçiminde izah edildiğini belirtiyor.

Yıldırım bu izaha şu sözlerle itiraz ediyor: "Biz, bu bombaları Emniyet Müdürlüğü’nde gören askeri heyete sorduk, “bütün numaraların çok net okunduğunu, hiç de öyle silik falan olmadığını ve kendilerinin de doğru yazdıklarını söylediler.

Tutanaklar zaten olay yerinde değil, karakolun aydınlık odasında yazılmıştı, yani olay yeri koşulları da durumu açıklamak için yeterli değildi.

Üstelik bu “Bilirkişi” yaptığı incelemeye askeri heyetin tutanağını dahil bile etmedi.

Askeri heyetin gördüğü bombalar arasındaki 6 kafile numarası polisin tutanaklarında yoktu. Bunlar eksik numaralar da değildi, hepsi tamdı.

Bu numaralarla sınırlı da değil.

10 Şubat 2009 günlü 51. celsede mübaşir ile birlikte mahkeme kaleminden alıp heyetin huzurunda yine buradaki memur yardımıyla saydığımız bomba fotoğraflarındaki gövde ve maşa sayıları da tutanaklardakinden farklıydı.

Tesadüf müdür? Hem ihbarcı gördüğü C-4 kalıbını askeri mahkemeye tarif ediyor, hem de askeri heyetin üyeleri, orada kendilerine gösterilen bombaların haricinde “C-4 kalıpları ve fünyeler de vardı” diyor.

O ortadan kaybolan farklı numaralı bombaların, mesela Gölbaşı’nda bulunduğu iddia edilen numarası silinmiş bombalar olmadığının, ya da C-4 kalıpları ve fünyelerin söz gelimi Zir Vadisinde bulunmadığının kanıtı nedir?

Çünkü bu bombaların bulunduğu iddia edilen aramanın tek kare fotoğrafı, video kaydı ya da tanığı yok. Bu tutanaklara imza atan polisler arasında, aramanın yapıldığı gün izinli olan bile vardı.

Bakın Cumhuriyet gazetesine atılan bombanın numarası 173-9-85, Ümraniye’de bulunduğu iddia edilen ise, 169-5-85… savcı buna dayanarak, “öyle ise Cumhuriyet gazetesine atılan da buradan çıktı” diyor. Cumhuriyet gazetesine atılan bomba ile numara benzerliği üzerinden irtibat kurmaya çalışan savcılık, iddianamesine yazdığı diğer 14 olayla neden irtibat kurmuyor?"

Çeşitli tarihlerde ve yerlerde Ümraniye'de ele geçenlerle ilişki kurularak gazetelere de yansımış bomba yakalama olaylarından örnekler veren Yıldırım, aynı benzerliğe iddianamede de işaret edilmesine karşılık soruşturmaların sadece Cumhuriyet'e atılan bombalarla irtibatlı yürütüldüğünü, diğerlerinin terör olayı kapsamı dışında muamele gördüğünü belirtiyor. Yıldırım, "Bu olayların failleri neden bu işin içinde olmasın?" diye soruyor. Yıldırım "Kendime yeni suçlamalar yaratmaya çalışmıyorum, sadece savcılığın suçlama mantığını anlamaya çalışıyorum. Madem numara benzerlikleri irtibat kurmak için yetiyor, o halde neden sadece Cumhuriyet Gazetesi eylemi ile bağlantı kuruluyor? Cumhuriyet Gazetesi saldırısının ne özelliği var? üstelik bu saydığım olaylardaki numaralar, Cumhuriyet Gazetesi'nden daha fazla benzerlik taşıyor. Cumhuriyet Gazetesi olayında kafile numaralarının sadece son iki rakamı bağlantı kurmak için yeterli sayılırken, sayılan olaylardaki numaralar bütünüyle aynı...



Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.