Sıcak denizlere inmek, bölücülük v.s...


1946.10.21

ABD Dışişleri Ortadoğu Masasının Türkiye'ye yönelik ABD politikaları üzerine hazırladığı memorandum.

1940'lı yılların koşullarında bölge politikalarına yönelik olarak ABD devleti için yol haritası niteliğindeki raporda, Sovyetlerin çevresinde bulunan ülkelerden Sovyet uydusu haline getirilemeyen birkaç ülkeden biri olarak Türkiye'nin kazandığı hayati önem özel bir vurguyla anılıyor. Sovyetlerin Türkiye'ye yönelik gayretlerinin devam ettiğine dikkat çeken rapor, "Sovyetler Türkiye'yi kontrol altına alarak bir yandan güney-batı sınırını Andeniz'den gelebilecek saldırılara karşı güvence altına alırken, diğer taraftan da Akdeniz bölgesine ve Ordatoğu'ya yönelik siyasi ve askeri yayılmacı politikalarında bir sıçrama tahtası olarak kullanmayı hedeflemektedir. Bunun gerçekleştirilmesi ise ABD için önemli sonuçlar doğuracaktır. Stratejik olarak Doğu Akdeniz'in en önemli aktörü olan Türkiye, Sovyetlerin Akdeniz ve Ordadoğu'ya askeri ve siyasi yayılmacılığın önündeki tek durdurucudur. Sovyetlerin önündeki Türkiye engeli kalktığı takdirde halen etki alanı dışında bulunan Suriye, Lübnan, Irak, Filistin, Ürdün, Mısır ve Arap Yarımadası'na doğru bir Sovyet yayılmacılığı baş gösterebilir. Hatta halen Sovyet ajanlarının faaliyetlerine karşı dayanmakta güçlük çeken İran ve Yunanistan'da dahi geri dönülmez sonuçlar doğurabilir. Belirtilen bu ülkelerden hiçbirisi devlet ve millet olarak Türkiye kadar Sovyet müdahalelerine karşı koyacak dayanırlılıkta ve düzende değildir ve eğer Türkiye düşerse bu devletlerden hiçbiri Sovyet baskısına karşı koyamaz. Bu nedenle, Türkiye üzerindeki Sovyet taleplerine karşı güçlü bir karşı duruş ortaya konamazsa, bu diğer çevre ülkelerde şüphe yaratarak ABD değerlerinden uzaklaşmaya ve Sovyet söylevlerine yakınlaşmaya sebep olacaktır. Bu da ABD'nin geniş perspektifli güvenliğinde zafiyet yaratacaktır.

Raporda Türkiye'nin tüm bu Sovyet baskılarına tek başına karşı koymaya niyetli olmasının ve dış politika konusunda tüm ulusta tam bir fikir birliği sağlamasının sevindirici olduğu vurgulanırken aynı konuda Yunanistan, İran Çin ve diğerlerinin gerekli birlik ve beraberliği sağlayamadıklarından sıkıntı yaşadıkları belirtilmektedir. Ayrıca Türkiye diğerlerinden farklı olarak topraklarında yapılacak olan her türlü saldırıya karşı, karşısındaki Sovyetler bile olsa, daha etkin olarak cevap verecek bir askeri güce sahiptir.

Tüm bu artılarına rağmen Türkiye'nin Sovyet saldırısına tek başına karşı koyabilmesi mümkün değildir. Savaşın Türkiye ekonomisi üzerinde yarattığı tahribat büyük boyutlardadır. Endüstrileşmede herhangi bir gelişme elde edilememiştir; askerin silah ve teçhizatı eski ve günün teknolojisinden çok uzak bir haldedir. Bu nedenle ABD Hükümeti Türkiye'yi desteklemeye karar vermiştir. Destekleme politikası aşağıda sunulan başlıklar altında yürütülecektir.

1- Diplomatik: Boğazlarla ilgili ortaya konan görüşler üzerinde ısrarla durulacak ve eğer Doğu bölgesine yönelik toprak talebi gibi diğer baskılarda bir ilerleme olursa aynı kararlılık orada da gösterilecektir. böylece ne Türkiye ne Sovyetler ne de diğer dünya ülkelerin bu konularda ABD'nin ne kadar kararlı olduğundan şüphesi kalmayacak.

2- Ekonomik: Başlangıç olarak Türkiye'nin Export-Import Bank'tan 25 milyon dolarlık kredisi onaylanmış ve ticaret filosunun rehabilitasyonu için yapılan gemi alımında destek sağlanmıştır. Bundan sonra da bu türden krediler verilerek her türlü destek sağlanmaya devam edilmelidir. Ancak krediler belirli bir amaçla sınırlandırılmalıdır.

3- Askeri: Bu alanda desteğin İngiltere tarafından sağlanmasının daha uygun olacağı değerlendirilmektedir. Çünkü daha önce yapılmış olan ittifak ve ticaret antlaşmaları vardır ve tüm dünya Türkiye'nin silahlarını İngiltere'de almasına aşinadır. İngiltere'nin bu desteği sağlamakta yaşayacağı sıkıntılar düşünülerek, Türkiye'ye verilmek üzere İngiltere'ye malzeme sevkiyatı ile ilgili çalışmalara başlanmıştır. Küçük bir ihtimal de olsa direkt destek için de hazırlık yapılmaktadır. ABD politikaları ile tutarlı olmasa da eğer Türkiye talep ederse teknik askeri konularda danışmanlık ve askeri eğitim desteği de sağlanabilir.


Microfilm, ROLL 1, October 21, 1946 (Top-Secret).

Bu memorandumdan çıkarılacak sonuçlarla birlikte Türkiye'de merkezi işgal eden siyasal akımların terminolojisinde her dönem temel nitelikli bir yer tutmuş "bölücülüğe karşı mücadele" nosyonunun kökeni hakkında ip uçları ayrıştırılabilir. Buna göre Türkiye, iki kutuplu dünyada küresel güçlerin birbirlerini dengeleyebildiği bir nüfuz alanı haline bir türlü dönüştürülememiştir. 40'lı yıllardan itibaren Devlet bütünüyle ve özellikle ABD'nin partnerliğini elde etmeyi amaçlayan anti-komünist kliğin denetiminde kalmış. Devletin terminolojisinde "bölücülük" kavramı, ülke coğrafyasının yekpare biçimde Amerikan stratejisine eklemlenmesi yerine, Sovyetler Birliği'nin de nüfuzu ölçüsünde varlık gösterebilmesi tehlikesine vurgu yapıyor. Korkulan, dengelenmiş nüfuz alanlarının yerleşik hale gelmesi için belki bazı Batı Avrupa ülkelerinde yürürlüğe konan düzenlemelerdeki model takip edilerek, Doğu-Batı Türkiye şeklindeki bölünmenin ihtimal haline gelmesidir. Kürtlerin veya öteki azınlıkların bağımsızlık girişimleri bile, bu tehlike algısıyla nispeti çerçevesinde kaydadeğer bulunuyor. O dönemde bölücülük tehlikesinin ima ettiği asıl tehdidin kaynağı Kürt hareketi veya öteki azınlıkların uluslaşma çabaları değil, varlığı hakkında kuvvetli argümanlar ileri sürülemiyor bile olsa, sosyalist, anti-faşist oluşumlardır. "Rusya'nın sıcak denizlere inme hayali" biçiminde popülerleşen stretejik tehdit algısı, sağ siyasetlerin terminolojisindeki "bölücülük" kavramını tarif etmekte daha elverişli etimolojiler barındırıyor.

Bu tarife bağlı kalarak anlaşılması gerekirse bölücülükle mücadele edenler, kendi gizli gündemlerinin mantığına uygun olarak vatana ihanet etmeyi iç rekabette galip gelen tarafa verilmiş bir ayrıcalık olarak kabul ediyor olmalıdır. Aynı ihanet etme hakkının, örtülü biçimde ve sadece galip gelmesi halinde kullanabileceği kaydıyla rakibe de tanındığını düşünmek mantıklı bir çıkarım olur. Amerika'nın partnerliğini talep etmekle, emellerini Sovyetler Birliği veya başka hegemonik odakların çıkarlarıyla birleştirmek arasında, müstevlinin kim olduğu bakımından değilse bile, ihanet tespitine dayanak oluşturacak unsurlar bakımından bir fark bulamamalıyız. Bu mantıksal gerekliliğin tutarlı bir sonucu olarak, "bölücülük", "birlik bütünlük" ve "vatana ihanet" nosyonlarının, siyasi rekabette söylenecek nutuklar için alalade birer malzeme olmak dışında hiçbir anlamlı içeriğe tekabül etmediği de söylenebilecekir. Oysa birer laf salatası olmaktan başka hiçbir anlam iletmeyen bu lakırdılar, 150 yıldan beri, bu topraklarda yaşayan insanların, kültürel, siyasi ve hukuki muktesebatına getirilen sınırlamalara meşruiyet gerekçeleri temin etmeyi başarıyor.

Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.